Küller Arasında Bir Mektup
Amasya, artık yeşil bir şehir değildi. Elma ağaçlarının gölgesinde çocuk seslerinin yankılandığı günler çoktan geçmişti. Vadinin iki yakasını saran kayalıklar hâlâ dimdik ayaktaydı ama aralarındaki vadi, şimdi bir fırın gibi ortalığı kavuruyordu. Zemin çatlamıştı, toz toprağa karışmış, her şeyin rengi solmuştu. Yazın toz, sabah güneşiyle birlikte yükselir, öğle sıcağıyla birlikte evlerin içine sızardı. Akşam ise rüzgârla birlikte yangın kokusu getirirdi. Dağların ardında, söndürülen yerlerin yerine diğerleri alevlenirdi. Meryem, sabah saatlerinde sessizliği dinlemeyi alışkanlık hâline getirmişti. Çünkü sessizlik, henüz bir şeylerin yanmadığı anlamına gelirdi. Bugün de böyle başlamıştı. Evde yalnızdı. Ya da doğruyu söylemek gerekirse, yalnız yaşamaya alışmıştı artık. Kocası birkaç yıl önce kalp krizinden ölmüştü. Çocuklarıysa yıllar önce Kayseri’ye taşınmıştı. Zeynep’i düşündü. Kız kardeşi yıllardır Paşayazı’daki suyun üstünde yaşıyordu. Ona defalarca “gel” demişti ama Zeynep’in ce...